Hazreti Azad Rasul (r.a.) 1920’de Hindistan’da, Udaipur’un Kankroli şehrinde dünyaya geldi. Çocukluğunda manevi meselelere büyük ilgi gösterirdi. Gelişmekte olan zihni batıni sorularla meşgul olmuştur: “İnsanın fiziksel ve ruhsal düzlemdeki deneyimlerinin ötesinde başka bir güç var mı? Allah var mı? Eğer Allah bir ise, neden farklı dinler var?” Dua eden insanları görüp merak ederdi: “Dualara karşılık veriliyor mu gerçektende? Yoksa duaların sadece psikolojik etkileri mi var?” Bu tarz sorular Hazret’i çok erken yaşlardan itibaren düşündürmüştür.

Hindu’lar, Hazret’in de çocukluğunu geçirdiği Kankroli şehrini uzun zamandır kutsal bir yer saydılar. Büyük bir Hindu tapınağı Hindistan’ın her yerinden saliklerin dikkatini çekmiş, genç yaştaki Azad Rasul’un birçok bilgili ve dini bütün insanı tanımasına olanak sağlamıştır. Eğitimi için başka bir yere taşındığında bile, Hazret’in yaz tatillerinde Kankroli’ye geri döndüğü oldu. Genç bir delikanlıyken aklındaki sorular üzerine manevi üstadlarla tartıştı.
Hazret, Jamia Millia Üniversite’sine giriş yapıp lisans eğitimine orada devam etti. Akademik çabaları ve manevi yatkınlığı ile Sosyal Bilimler Dalı’nda lisans derecesini aldı. Sonra da eğitim alanında Allahabad Üniversitesi’nden ikinci bir lisans derecesi edindi.
Jamia Millia’daki iki profesörün Hazret’in hayatına önemli etkileri olmuştur. Hazret’in tarih öğretmeni olan Profesör M. Mujeeb, Oxford’da eğitim görmüş, Hintli Müslümanlar da dahil olmak üzere birçok kitabın yazarıdır. Hazret, Profesör Mujeeb’i bir Sufi olmamasına rağmen, bir Sufinin doğasına ve karakterine sahip “çok iyi karakterli” biri olarak tanımlamıştır. Profesör Mujeeb tekrar tekrar Hazret’e “Herkes bir şey almaya çalışıyor. Sen bir şey verebilecek bir insan haline gelmelisin” demiştir. Bu sözler genç adamı derinden etkileyip ileride vereceği kariyer kararını şekillendirdi. Hazret’e etkisi bulunan ikinci profesör, iyi yürekli ve bilgili bir Hristiyan olan Dr. E. J. Kallat’dır. Dr. Kallat, İngilizce öğretmenliğinin yanısıra kolejin spor takımının danışmanı olup hokey takımında da koçluk yaptı. Takımının kaptanı olan Hazret, Dr. Kallat’ın yakın arkadaşı haline geldi. “Bize önemli bir ders öğretti” dedi Hazret ve onun şunları söylediğini hatırladı: “Kendini bir adama dönüştür. İlk önce hak et, sonra iste. Diğer bir deyişle, herhangi bir şeyi kazanmadan önce onu hak edebilmelisin.” Dr. Kallat Müslüman olmasa da öğrencilerine “iyi kalpli ve yeniden doğmuş Müslümanlar olmaya çalışmayı” öğretti. Hazret’i sıklıkla evine çağırıp Hristiyan mistisizmi ve diğer konuların yanısıra İncil’den pasajlar okur ve bu meseleler hakkında konuşurlardı.
Dr. Kallat’ın diğer dinlere olan saygısı öğrencisinin de bütün dinlere olan ilgisi arttırdı. Hazret’in de açıkladığı gibi, “Doğuştan Müslüman’dım, fakat kendi dinimden her zaman hoşnut değildim. Dinimden uzaklaştığım zaman, işte o zaman açık bir zihin ve kalple araştırma yoluna girdim. Geleneksel hükmü olanlardan arındırdım kendimi, ve zihnimi her türlü etkiye açtım.”
Hazret birçok dinsel sistemin geçerliliğini araştırdı. Farklı dinlerin kutsal metinlerinde aklındaki sorulara yanıt arayıp din araştırmacıları ve ateistlerle konuştu ve modern felsefe ile bilimsel yöntemler hakkında fikir edindi. Tekrar tekrar okuyup bazı bölümlerini ezberlediği Bhavad Gita’yı çok severdi.
Hazret aynı zamanda “hayat” denilen olağanüstü şeyin temelinde daha kalıcı bir gerçeklik olup olmadığını anlama umuduyla bazı manevi uygulamalar deneyimledi ve öğrendi. Yoga ve Vedanta’yı inceledi, Gange Nehri’nin kutsal sularına girdi, bir brahamachari (bakir ve disiplinli bir yoga öğrencisi) gibi yaşadı, ve farklı yogasal pratiklerle ilgilendi. Hinduizm’in akademik öğretilerini de inceledi. Aligarh Müslüman Üniversite’sinden aldığı felsefe alanındaki mastır derecesi, hem Hindu hem de İslami düşüncede uzmanlaşan araştırmasını da içerir.
Yine de içindeki özlem duygusu devam etti. Hazret, aradığı yolu henüz bulamamıştı. Mastır derecesini aldıktan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde doktora yapması için teklif aldı, fakat bu teklifi geri çevirdi. Profesör Mujeeb’in almak yerine vermeye ilişkin tavsiyesini dikkate alarak başka bir yerde daha iyi bir maaş alabileceğini bildiği halde Jamia Millia Üniversite’si kadrosuna katıldı. Çoğu meslektaşı maddi kazancın ve statünün önemli olduğu fırsatları ele geçirmeye çalışıyorlardı. Oysa Hazret, bu zorluklarla debelenen yeni üniversitede kalıp, “idealist” olarak görülerek saçmaladığının düşünülmesi pahasına bile olsa öğrencilerine yardım etmeye kararlıydı. Hazret’in Jamia Millia’ya bağlılığı, çocuklara karakterlerini oluşturmaları konusunda yardım etmekten daha önemli birşeyin olmadığı inancını yansıtmıştır. Okulun amacı, gençleri bağımsızlık-öncesi Hindistan’da hakim olan “İngiliz sisteminin” aletleri olmaları için değil, hayırlı vatandaşlar, Hintli vatanseverler ve hakiki Müslümanlar olmaları için hazırlamaktı. Jamia Millia’daki bütün öğretmenler misyon sahibi bir azimle bu amaç için çalışıyorlardı.
O zamanlarda Jamia Millia hiç devlet desteği almıyordu. Geliri ödeneklerden, bağışlardan, toplum desteğinden, ve öğrenci harç paralarından sağlanıyordu. Maaşlar en aza indirgenmişti. Hazret ayda kırk rupi alırdı. Jamia Millia’nın Rektör Yardımcısı ve sonradan Hindistan’ın başbakanı olacak olan Dr. Zakir Hüseyin sadece seksen rupi kazanırdı. Buna rağmen öğretmenler görevlerini başlı başına bir ödül olarak görürlerdi. İşlerini ibadet ediyormuşcasına yaparlar ve çalışmak adına çalışırlardı.
Çocuklara yardım etmek Hazret’in hayatının anlamını bulma arzusuna yanıt veren yollardan biriydi. Felsefi ve manevi meselelerle ilgilenerek varoluşun doğasını araştırmaya da devam etti. Profesör Mujeeb’in meslektaşı olacak şekilde fakülte tarafından atandığında, ikisi belirli zamanlarda bir araya gelip iş hakkında konuşurlardı. Çoğu zaman işlerini yirmi dakikada tamamlayıp, bir saat kadar da çağdaş düşüncenin ve bilimin ışığında Sufizm hakkında fikir alışverişinde bulunurlardı.
Fakat yıllarca arayıp çabalamasına rağmen Hazret hayal kırıklığı içindeydi. Kalbinin derinliklerinde, arayışının imkansız olmasa bile zor olduğu sonucuna vardı. Hazret umutsuzluğa sürüklenmeye yakın iken arkadaşı R.R. Vahidi ona Sufi üstadı Hazreti Şeyh Muhammed Seid Han’ın (r.a.) bulundukları yeri ziyaret edeceğini söyledi. Şeyh U.P. eyaletindeki Azamgarh’da bir okulda Arapça öğretiyordu, ve Delhi’den çok ta uzak olmayan Vrindavan’ın yakınındaki bir şehir olan Mathura’ya bilgi tazeleyici bir kurs için gelmişti.Vahidi Bey, Hazret’in Şeyh Seid Han (r.a.) ile tanışmasını tavsiye etti, Hazret te kabul etti. Yıllar sonra geriye baktığında şöyle demiştir, “Kendi kendime şöyle düşündüm, ‘Tamam o halde, sanırım gidip tanışsam iyi olacak. Belki bu adamdan birşeyler öğrenebilirim.’”
Hazret, Mathura’ya bir fırsat ve umut duygusuyla gitti. Camiye vardığında Şeyh’in olduğu yere yönlendirildi. Bir odaya yaklaştı, ve orada birinin başında yuvarlak bir takke ile, basit kıyafetlerle giyinmiş olup oturduğunu gördü. Adam, Hazret’i görüp içeri girmesini söyledi. Hazret ona bir tanıtma mektubu uzattı, ve Şeyh okuyup onayladı bu mektubu.
Hazret böylece şeyhe neden geldiğini anlattı. Yıllar boyu arayış içinde olduğunu ve farklı yolları denediğini anlattı. “Eğer sizin bu öğretinizde hakiki birşey varsa, lütfen bana açıklayın. Ama eğer bu öğreti sadece insanları memnun etmek için konuşma yapmaktan ibaretse, o zaman ne sizin ne de kendimin zamanını boşa harcamak isterim” dedi Hazret.
Bunu duyan şeyh yanıtladı, “Bu yol deneyime dayalı bir yoldur. Başla, ve ne olacağını gör.” Hepsi bu kadardı. Bu kısa ifade ani bir etki yaratmıştı. Hazret şöyle açıkladı bu etkiyi, “O anda dünyadan ayrı hissettim kendimi, ve kalbim güçlü bir şekilde şeyhe doğru yöneldi. Kalbimde bir sevgi hissettim.” Hazret hemen orada Şeyh Muhammed Seid Han’dan (r.a.) kendisine yol göstermesini istedi.
Hazret, bu ilk görüşmeden sonra Şeyh Muhammed’in şeyhi Hazreti Hamid Hasan Alavi (r.a.) ile tanışmayı dört gözle beklemeye başladı. Bir sonraki kış tatili ona bu şansı vermiş oldu. Şeyh Alavi (r.a.) ile zaman geçirdikten sonra Allah’ın sonunda dualarına karşılık verdiği kanısına vardı. Susuzluğunu giderecek ve içsel arzusunu tatmin edecek kişiyi ve doğru yolu bulduğuna tamamiyle ikna olmuştu. Böylece Hazret’in yolculuğu başlamış oldu.
Hazret, Sufizm’de ondan uzun zamandır kaçmış olan tatminkarlığı bulmuştu. Kendi dininin derin anlamını da keşfetti. On yıllar sonra, şöyle yorumladı bu durumu, “Müslüman bir aileden geldiğim için değil, fakat kendi araştırmam, deneyimim ve içimdeki özlem yoluyla İslam’ı keşfettiğim için Müslüman’ım şu an.”
Hazret, Şeyh Muhammed Seid Han’ın (r.a.) yanında otuz yıl eğitim gördü, seyahat ederken ve Azamgarh’daki evinde kendisiyle zaman geçirdi. Hazret, şeyhinin rehberliğine ve talimatlarına uymaya gayret etti; şeyhi de cömert bir şekilde karşılık verdi. Bu sürecin sonunda Hazret, kutsal ve önemli öğretilerin arayışı içinde olanlara Sufizm’in Nakşibendî, Müceddidî, Çiştî, Kadirî ve Şâzelî adlı beş tarikatında da yol gösterme konusunda izin aldı. Sonunda Şeyh Muhammed Seid Han’ın (r.a.) ona şu sözleri söyleyeceği gün geldi, “Şeyhimden ne aldıysam sana verdim. Şimdi Allah’ın nimetlerini bekle, çünkü başarı O’nun lütfundan ve iyiliğinden gelir. Senin harcadığın çabadan değil.” Sonra da Kuran’dan şu sözleri alıntıladı: Bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir.
Hazret, yolun daha erken safhalarında, tıpkı diğer yeni öğrenciler gibi zamanının tümünü meditasyon ve duaya ayırma arzusu içindeydi. Oysa ki Tasavvuf öğrencilerine dünyayı terk etmeleri değil, fakat “bu dünyada olup ta bu dünyaya ait olmamak” öğretilir. Günlük yaşamın benzer alanlarında arayış yolunda olan kimsenin şartlanmışlıkları, önyargıları ve düşünme şekilleri oturmuş oluyor, işte tam da bunu aşmayı öğrenmeliler. Ancak böyle bir durumda bir kimse Allah’a ve Allah’ın yarattıklarına hizmet edebilir. Hazret, Muhammed Seid Han’a (r.a.) işinden istifa edip te kendini tamamiyle manevi uygulamalara adamak istediğini söylediği zaman, şeyh onun bunu yapmasına izin vermedi. Dünyevi bir meslekte çalışmak yolda başarıyla ilerlemek için tamamlayıcı bir işleve sahiptir, diye açıkladı şeyh. Hazret öğretmen olarak çalışmaya devam etti, ileriki bir zamanda da Jamia Millia Okulu’nun müdürü oldu ve okulda geçirdiği otuz altı yılın ardından emekli oldu.
Şeyhinin hayatta olduğu süre içerisinde Hazret, Sufi öğretilerini daha ulaşılabilir hale getirmek için çaba gösterdi. Dünyanın her bir tarafından insanların hakikati aramak için Hindistan’a gelmelerine rağmen sadece bir kısmının Sufilik yolundan yararlanmasını uzun zamandır aklı almıyordu. Birçok kişi Vedanta ve yoga gibi daha iyi bilinen okullara yöneldi. Teknikler anlaşılmaya uygundu, ve gurular dünyanın birçok yerinde öğrenim merkezleri açtılar. Fakat hakiki bir gelişmenin izlerine, özellikle de çağdaş bir toplumda yaşayıp çalışan bireylerin ihtiyaçlarını yansıtan bir gelişmeye pek rastlanılmıyordu.
Sufizm’in arayış yolunda olan çağdaş kimseyi tatmin edeceğine ikna olan Hazret’in aklında beş ana Sufi tarikatında yol gösteren bir okul düşüncesi oluştu. Şeyhinin de izni ve rehberliği doğrultusunda Yeni Delhi’de Hakikat’i Arama Enstitüsü’nü kurdu.
Hazret geçen yıllarda Sufi Öğretileri Okulu adı altında Enstitü’nün dallarını Amerika Birleşik Devletleri’nde, Kanada’da, Avustralya’da, Yeni Zellanda’da, Bangladeş’te, Pakistan’da, Polonya’da, İngiltere’de, İtalya’da, Almanya’da, Malezya’da, Singapur’da, Umman’da ve Kırgızistan’da kurmuştur.
Bu kısa biyografik taslak, Sufizm öğrencisinin sahip olması gereken temel özellikleri ve nitelikleri sunar. Hazret Azad Rasul’un (r.a.) neşeliliği, inancı, güveni ve samimiyeti, dış dünyada, daha da önemlisi iç dünyada başarıa ulaştıracağı kanıtlanmış anahtarlardı. Her zorluğu olgunluğa ve ibadet fırsatına çevirmesi hakiki bir Sufi’nin alametiydi.
Hazret genç yaşlarından beri hayatı anlamını ve amacını keşfetme özlemi duydu. Bir öğretmen bulma çabasını güdüp, onu bulduktan sonra da rehberinin ona verdiği talimatlara hedefine ulaşana kadar uydu. Bir eş, baba, dede, okul öğretmeni, okul müdürü, toplum lideri, saygıdeğer ve kıdemli bir kimse gibi dünyevi rollerinin gerekliliklerini yerine getirmeye devam etti. İşinden istifa etmesi dünyadan istifa etmesi anlamına gelmiyordu. Aksine, hanaka (Sufi barınağı) ve aile meseleleri de dahil olmak üzere manevi vazifesini ve hizmetini yapmaya, Enstitü’yü kurmaya, caminin inşasına daha çok zaman ayırdı. Okul çocuğu olduğu günlerden verdiği son nefesine kadar hayatı bir Sufi’nin nasıl yaşaması gerektiğini özetlemektedir.