Sufizm her ne kadar İslam’ın manevi boyutu ile bağlantılı olsa da, “Sufizm” terimi İslam’ın ortaya çıkışından yıllar sonrasına kadar kullanılmamıştır. O halde Sufizm’in tarihi nedir ve nereden gelmiştir?
Tüm yer ve dönemlerde, içlerindeki derin özlem ve içsel arayış halinin onları meditasyon, dua ve inzivaya çekilmeye ittiği bireyler olmuştur. Peygamberliğe özgü vahiyleri almaya başlamadan önce bile Allah’a ibadet etmek için Mekke dışındaki bir mağarada inzivaya çekilen Hz. Muhammed (s.a.v.) işte böyle bir insandı.
Sonraları, Müslüman’ların ilk toplulukları ortaya çıktıkça, Muhammed’in sahabelerinden bazıları da Allah’a olan sevgilerinin artmasına ve bu sevginin olası en derin ifadesine meyletmişlerdir. Kuran’da şöyle ifade edilmiştir, Doğrusu senin [Muhammed], gecenin üçte ikisine yakın kısmını, bazen de yarısını, ya da üçte birini ibadetle geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir grubun da böyle yaptığını Rabbin elbette bilir. [Kuran, 73, 20]
Sufi uygulamalarının temelini oluşturan rehberlik Kuran’da ve İslam Peygamberi’nin (s.a.v.) öğretilerinde mevcuttur. Örneğin, sessizce İlahi Olan’ı hatırlama (zikr-i hafî) öncelikle Mekke’den Medine’ye hicretteyken mağarada inzivaya çekilen Peygamber (s.a.v.) ve onun sahabelerinden Ebu Bekir (r.a.) (ö. M.S. 634) tarafından öğretilmiştir.
Allah’ın adını sesli bir şekilde zikretmek (zikr-i celî) olan Sufilik uygulaması, Peygamber’in (s.a.v.) oğluna ve İslam’ı ilk kabul eden Ali’ye (ö. M.S. 661) ettiği kılavuzluğa dayandırılabilir.
Peygamber’in (s.a.v.) gece yolculuğu olarak bilinen Miraç, manevi yolla ilişkili bir istiare olarak mutasavvıfları uzun zamandır telkin etmiştir. Allah tarafından fiziksel olarak Mekke’den Kudüs’e aktarılan, oradan da yedi kat semalara yükseltilen Peygamber (s.a.v.) en sonunda da Allah’a ok yayının iki ucu kadar yaklaştı. Aynı şekilde bir Sufi talibi de yer ve zamanın fiziksel bariyerlerini böylesine aşıp İlahi olana yaklaşmak ister.
Bu ve diğer bazı örnekler Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatında çok güçlü bir mistik unsurun olduğunu göstermektedir.
“Sufiler” olarak bilinen ilk bireylerin ortaya çıkışı çoğunlukla yedinci ve sekizinci yüzyıllardaki gelişmelerle bağlantılıdır. Hz. Muhammed (s.a.v.) M.S. 622 ile 632 yılları arasında Medine’de eşitlik, adalet, fikir birliği, takva ve duyarlı yöneticilik anlayışı gibi İslami ilkeleri yansıtan bir topluluk inşa etti. Kendisinden sonra, yetkisini aktardığı ilk dört Halife onun direktifini yakından takip etti: Müslüman’ların hızla çoğaldığı topraklara Kuran’ın ve (Peygamber’in (s.a.v.) davranışlarını örnekleyen ve sözlerini temsil eden) Sünnet‘in öğretileri doğrultusunda hükmettiler.
Hicretin gerçekleştiği yüzyıl içerisinde oldukça büyük bir politik karışıklık yaşanmaktaydı ve Müslüman topluluğunun liderliği en dindar şahısların himayesinden çıkmıştı. Bazı alt-gruplar liderlerinin dünyevi meselelere dalmış bireyci çıkarlar peşinde olduklarını gözlemlediler. Çoğu tanınmış ve saygıdeğer Müslüman böylelikle devletle aralarındaki bağları kesti. Peygamber’in (s.a.v.) ölümünden sonra iki yüzyıl içerisinde dindışı devleti kabul etmeyen bazıları Sufiler olarak tanınmaya başladılar. İran’lı Şeyh Ebu Haşim Kufi (r.a.) (ö. M.S. 776 civarı), adıyla tanınan ilk şahıstı. M.S. 660 ile 850 arası ilk Sufi camiaları ortaya çıktı.
Sufi öğretilerinin ikinci aşaması, M.S. 850’den 10.yy’a kadar İslam tarihinin önemli bir safhasıyla aynı zamana denk gelmektedir. Yunan felsefesi ve bilimi Müslümanlar arasında güncel bir öneme sahipti ve İslam topluluğu rasyonalizm (akılcılık) fırtınasıyla karşı karşıya kalmıştı. Halk, inançlarının kökünden sarsıldığını görmüş, şüphe yağmuruna tutulmuştu. Bu etkilenmelerle başa çıkabilmek için Sufi üstadları Aşk (tutkulu sevgi) ilkesini ve kalbin manevi halleri yoluyla ulaşılabilecek deneyimlerin önemini vurguladılar.
Sufizm’in gelişiminin üçüncü aşaması M.S. 10.yy’da gerçekleşti. İnsanların kalpleri dindışı meselelerle meşgul iken insan davranışının gelişemeyeceğini gözlemlediler. İnsanlara dünyevi amaçlardan ve rasyonel düşüncelerden kaynaklı şartlanmışlıklardan kurtulmaları için yol gösterdiler ve benliğin arınmasına odaklandılar. İnsanların iç yaşamlarını canlandırmaları için etik ve ahlaki bir dış dünyayı destekleyen bir çerçeve ve disiplin sundular.
Sufizm 10.yy ve 12.yy arasında oldukça itibar gören bir eğitim alanı haline geldi. Birçok tanınmış bilgin ve manevi üstad bu dönemde eğitim verip Sufi uygulamalarını ve terminolojisini belirlediler. Hizmet veren tarikatlar kuruldu.
Sufizm 13. yy’ın sonuna kadar manevi uyanışın iyi bir şekilde tanımlanmış ilimi haline geldi. Şeyhler deneylemeler ve araştırmalar yoluyla kişisel arınmanın – etkileri bir çok aday tarafından onaylandığı – aktarılabilen tekniklerini geliştirdiler. Sufi tarikatları geniş çaptaki manevi akımların temelini oluşturup insanlığın ezelden beri içinde olduğu arayışa yeni bir yaşam olanağı sağlamış oldular.